Andre Damon
3 Mart 2016
İngilizce’den çeviri (2 Mart 2016)
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, geçtiğimiz ay, dünya emperyalist sisteminin, artan küresel çatışma tehlikesinin altında yatan ekonomik ve siyasi çelişkilerini çözümleyen “Sosyalizm ve Savaşa Karşı Mücadele” başlıklı açıklamasını yayımladı.
Uluslararası Komite, açıklamasında, Amerika Birleşik Devletleri ile Rusya ve Çin büyüyen artan askeri çatışma tehlikesine dikkat çekiyor ve şu uyarıda bulunuyordu: “Amerikan egemen sınıfı, Pekin’deki ve Moskova’daki nükleer silah sahibi devletlerin, olabildiğince kısa süre içinde dize getirilmesi gerektiği sonucuna varmış durumda. Washington’ın hedefi, Çin’i ve Rusya’yı yarı-sömürge bağımlı devletler konumuna indirmek, “merkez topraklar”ı kontrol etmek ve dünyaya hükmetmektir.”
Uluslararası Komite’nin açıklaması, 18 Şubat günü yayımlanmıştı. Bundan tam bir hafta sonra, 25 Şubat’ta, ABD’nin Avrupa’daki güçlerinin komutanı General Philip Breedlove, Rusya ile savaşın artık kaçınılmaz olarak görüldüğü, neredeyse Rusya’ya karşı resmi savaş ilanı anlamına gelen Komuta Durum Açıklaması’nı yayımladı. Breedlove, açıklamada, “Rusya sorunu ortadan kalkmıyor ve yeni bir uzun vadeli sorun oluşturuyor… Rusya, ABD’ye ve bir bütün olarak NATO ittifakına yönelik varoluşsal bir tehdit oluşturmaktadır.” diye ilan ediyordu.
Yine 25 Şubat günü, ABD’nin Pasifik Komutanlığı’nın başındaki Amiral Harry Harris, Çin’in bir Hava Sahası Tanımlama Bölgesi ilan etmesinin ABD silahlı kuvvetleri tarafından tanınmayacağını açıkladı. ABD hava kuvvetleri, aynı gün içinde, Rusya’ya ve Çin’e yönelik uyarıları vurgularcasına, California’dan Pasifik’teki deney alanına, deneme amaçlı bir “Minuteman 3” nükleer füzesi ateşledi. Bu, bir hafta içinde gerçekleşen ikinci denemeydi.
Uluslararası Komite, emperyalistlerin Rusya’yı ve Çin’i zayıflatmaya yönelik çabalarını incelerken, onların bu iki ülkedeki etnik, dinsel, ulusal ve dilsel gerilimleri arttırma üzerine kurulu ayrılıkçı hareketlere verdiği desteğe dikkat çekmişti. Bu değerlendirme, Foreign Affairs dergisinin Mart-Nisan sayısında yayımlanan bir makalede de doğrulanmaktadır. ABD emperyalizminin önde gelen stratejistlerinden ve Irak istilasının mimarlarından biri olan Robert D. Kaplan, “Avrasya’nın Yaklaşan Anarşisi” başlıklı bir makalede, Rusya’daki ve Çin’deki derinleşen ekonomik krizlerin büyük olasılıkla ciddi içsel gerilimlerle sonuçlanacağını öne sürüyor. O, bu gerilimlerin, çeşitli etnik, dinsel ve dilsel grupların ulusal özerklik taleplerinin artması biçimini alacağını yazıyor.
Kaplan, Rusya’nın, “[onu] bir kez daha parçalamaya neden olabilecek” “çalkantılar”a saplanacağını belirtiyor. O, dikkatleri, “bizzat Kremlin içinde istikrarsızlık yaşanması durumunda Moskova ile olan bağlarını gevşetmeye başlayabilecek”, “merkezden uzak ve kanlı politikaların uygulandığı Rusya’nın Sibirya ve Uzak Doğu bölgeleri ile ağırlıklı olarak Müslümanların yaşadığı Kuzey Kafkasya”ya çekiyor.
Kaplan, Çin ile ilgili olarak, “bu ülkedeki artan etnik gerilimler”i vurguluyor. “Bir ölçüde Hanların egemenliğindeki Çin devleti, hepsi merkezi kontrole farklı ölçülerde direnen Moğolları, Tibetlileri ve Uygurları içeren çeşitli uluslar için bir hapishanedir.” diye yazan Kaplan, “Günümüzde en doğrudan ayrılıkçı tehdidi oluşturanlar Uygurlu militanlardır.” sonucuna varıyor.
Çin’deki Uygur azınlığı, ülkenin 1,3 milyar kişilik nüfusunun 10 milyon kadarını oluşturuyor. Bununla birlikte, Uygurlar, Çin’in, 1,6 milyon kilometrekareye yayılan ve Moğolistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan, Pakistan ve Hindistan gibi stratejik ülkelerle sınırı olan, seyrek nüfuslu ama jeopolitik açıdan yaşamsal öneme sahip olan Sincan (Uyghuristan) bölgesindeki en büyük etnik grup.
Kaplan, yazısını, Uygur ayrılıkçıları “Irak’ta ve Suriye’de eğitim aldıkları ve küresel cihatçı hareket ile bağlantılı oldukları için tehlike büyüyecektir.” diye belirterek sürdürüyor.
Kaplan, Suriye’deki savaş ile Rusya ve Çin’deki ayrılıkçı hareketler arasında koşutluk kurmada yalnız değil. Aralık 2015’te, London Review of Books’da yayımlanan bir makalede, gazeteci Seymour Hersh, ABD’nin Suriye’deki önemli müttefiki Türkiye, “Çin’deki mücadelelerinden yana oldukları konusunda ajitasyon yaparken, Uygurları özel taşıma yoluyla Suriye’ye getiriyordu” diyen Washington’daki bir yetkiliden alıntı yaptı. Hersh’in sözlerini aktardığı ABD’li yetkili, “gizli hat” adını verdiği şeyin 800’den fazla Uygurlu savaşçının Suriye’ye girmesiyle sonuçlandığını belirtiyor.
Eski bir Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Christina Lin, Eylül ayında, Suriye’deki Beşar Esad rejiminin İslamcı milislerin eline geçmesi durumunda, “Rusya’nın Çeçenistan, Çin’in Sincan ve Hindistan’ın Kaşmir bölgelerinden gelen savaşçılar, Ortadoğu’nun merkezindeki Suriye harekat üssü eliyle yeni ve oldukça iyi kaynaklar edinen cihata devam etmek için, gözlerini ülkelerindeki sivil cepheye dönecekler.” diye yazmıştı.
Bu yorumlar, Suriye’de sürmekte olan çatışmanın daha geniş anlamını ortaya koymaktadır. Nasıl ki ABD istihbarat güçleri 1980’lerdeki Sovyet-Afgan savaşında Mücahitlere verdikleri desteği sonuçta El Kaide haline gelecek olan İslamcı güçleri örgütlemekte, finanse etmekte ve eğitmekte kullandıysa, Suriye’deki savaş da, aynı şekilde, nihayetinde istikrarsızlaştırmak amacıyla Rusya’yı ve Çin’i hedef alacak olan İslamcı ayrılıkçı güçleri örgütlemek, finanse etmek ve eğitmek için kullanılmaktadır.
Kaplan’ın belirttiği gibi, “Moskova kontrolü yitirirken, küresel cihatçı hareket bu boşluktan yararlanabilir ve Rusya’nın ücra bölgeleri ile Orta Asya’ya ulaşabilir” ve “Irak’ta ve Suriye’de eğitim almış olan” bu İslamcı ayrılıkçı hareketler, “küresel cihatçı harekete katılabilir.”
Kaplan, sonucun, “Yugoslavya benzeri, bir yerde başlayıp diğer yerlere yayılan şiddet ve ayrılıkçılık” olabileceği sonucuna varıyor. Başka sözcüklerle ifade edersek, Çin ve Rusya, ABD ve Batılı güçler tarafından Yugoslavya’yı parçalamak için kullanılmış olan taktiklerin bir tekrarı ile karşılaşabilirler: O zamanlar medya tarafından bir savaş nedeni olarak ambalajlanmış ve askeri müdahalenin bir bahanesi haline getirilmiş olan ulusal-mezhepsel bölünmüşlüklerin kışkırtılması.
Yugoslavya’nın 1991’de Hırvatistan ile Slovenya’nın bağımsızlığının tanınması ve 1992’de Bosna’nın ayrılmasının onaylanması ile başlayan parçalanması, büyük güçlerin, 1999’da Sırbistan’ın bombalanmasıyla doruk noktasına ulaşmış olan siyasi müdahalesi eliyle garantiye alınmıştı.
Yugoslavya’nın 1990’larda, bir milyondan fazla insanın ölümüne yol açan etnik temelde bölünmesi, Rusya’nın kuşatılmasının ve NATO’nun sürekli olarak doğuya doğru genişlemesinin koşullarının yaratılmasına yardımcı oldu. İttifak, 1999 yılında, Çek Cumhuriyeti’ni, Macaristan’ı ve Polonya’yı; 2004’te Bulgaristan’ı, Estonya’yı, Litvanya’yı, Letonya’yı, Romanya’yı, Slovakya’yı ve Slovenya’yı; son olarak da 2009’da Arnavutluk’u ve Hırvatistan’ı kendisine dahil etti. Sonuçta, NATO’nun sınırları, 900 kilometreden fazla doğuya ilerledi.
Son tahlilde, Çin’in ve Rusya’nın karşı karşıya olduğu çok ciddi jeopolitik durum, kapitalizmin restorasyonunun sonucudur. Bu kapitalist rejimlerin ABD, Japon ve Avrupa emperyalizmlerinden gelen tehditlere karşı koymak için başvurdukları önlemler (ulusal şovenizmin kışkırtılması, devlet baskısının yoğunlaşması ve silahlanmaya yapılan yoğun harcamalar), krizden çıkışa bir yol sağlamıyor.
Rusya ve Çin işçi sınıfı, devrimci sosyalist mirasını yeniden canlandırmak ve geçtiğimiz yüzyılda yapmış olduğu gibi, devrimci mücadele ve mevcut ulusal kapitalist yönetimleri devirme yolunu tutmak zorundadır. Rusyalı ve Çinli kitleler, emperyalist boyun eğdirme ve nükleer savaş dehşetini yalnızca bu temelde, uluslararası işçi sınıfı ile beraber önleyebilirler.
http://www.wsws.org/tr/2016/mar2016/pers-m03.shtml
Bu madde bizim tarafımızdan düzeltilmiştir .